21 Kasım 2012 Çarşamba

34.Vodafone Avrasya Maratonu - 2.Bölüm Yarış Günü

Yarış Öncesi

Yarış sabahı 6:00'da kalktım. İki dilim Nutellalı ve fındık ezmeli ekmek ve yarım muz yedim. Yanında siyah çay içtim. Kalktığımda ev serin olduğu için şort ve t-shirtümün üzerine yağmurluğumu da giydim.Çantamı akşamdan hazırlamıştım. (Çanta içeriği: Birini start anına kadar, diğerini yarıştan sonra içeceğim iki powerade, yağmurluk, tadım enerjibar ve iki küçük paker fıstık ezmesi) Saat 7'de evden çıktım. Önceki akşam İETT çağrı merkezinden Mecidiyeköy'den yarış alanına otobüs seferi düzenleneceğini öğrendiğimden hafif bir tempoyla E-5'e yürüdüm ve metrobüsle 25dk da Mecidiyeköy'e vardım. Oradaki otobüslerin halk yürüyüşü startına gideceğini öğrendiğinde başımdan kaynarsular döküldü. Zira starta 1 saat vardı ve ben start alanına 5-6km uzakta bulunuyordum. Taksim ve Sultanahmet'ten kalkacak otobüslerin son saati 7:30 du ve starta tek ulaşım yolum halk yürüyüşü alanından geçiyordu. Neyse, yolculuk ikinci köprü üzerinden inanılmaz sıkışık bir otobüsle yaklaşık 45dk sürdü. Benimle birlikte birçok insan da aynı yolu tercih ettiği için hep beraber halk yürüyüşü startında bekleyen kalabalığı yararak starta ulaşmaya çalıştık. Sonunda start alnına vardığımda yarışın başlamasına birkaç dakika kalmıştı. Çantaları taşıyacak otobüs alandan ayrıldığı için çantamı orada atmak zorunda kaldım. Zihnimi sakinleştirip yarışa odaklanma çalışırken, bana otobüslerle ilgili yanlış bilgiyi veren görevlinin ve organizasyonun bu ayağını bu kadar beceriksiz bir şekilde yöneten yarış organizatörlerinin aile eşrafına birer kapalı zarf göndermeyi de ihmal etmedim.

Yarış

7.5k Fındıklı. Fotoğraf Yalım Alatlı
Start noktasındaki kalabalığa yaklaşırken start verildi. Hemen elimdeki çantadan kurtulup, yağmurluğumu çıkarttım. Zihnimi yarış anına ve İstanbul Boğazı'nın güzelliklerine odaklama çalıştım. Runtalya'dan bir hafta sonra başladığım ve neredeyse aralıksız sürdürdüğüm çalışmalarımın meyvesini almak için buradaydım. Yarış öncesinde ısınma yapmadığım için oldukça hafif bir tempoyla başladım.Planıma göre yarışın Eminönü'ne kadarki bölümünü %80 nabızla orta tempo civarında koşacağım için nabzımın yükselmesine hiç izin vermedim. (Tabi bu arada hesaba katmadığım bir şey, yani heyecan devreye girdi ve maalesef nabzım bir türlü düşmedi.) Balmumcu'ya doğru kalabalık yavaş yavaş seyrelmeye başladı. Hızımı iyice azalttığım için oldukça geride kalmıştım. İnişi yine kontrollü bir şekilde yaptım. Tempomu bulmaya başladığımı hissettim. Artık müzik dinleme zamanı deyip kulaklıklarımı taktım. Kulaklıklardan birinin kauçuk bölümü halk koşusu startındaki arbedede kaybolduğundan tek kulaklık devam ettim. Moralimi hiç bozmadım. Fındıklı'ya varırken yolda 8'yı bitirenlerle karşılaşmaya başladık. Bazıları el sallıyor bazılarıysa alkışlayarak moral veriyorlardı. Fındıklı'da arkadaşım Yalım bekliyordu. Onunla selamlaştık. Devam ettim. Eminönü köprüsünden sonra hafifçe hızlanmaya başladım. 15k da koşan Giresun Maraton Klübü üyelerini ve arkadaşım Tarık Ali Coşkun'u gördüm. Onlar artık karşı yönden finişe doğru koşuyorlardı. Feshane dönüşünden sonra Kadir has üniversitesinin önünden geçerken artık karşıdan gelen kimse kalmamıştı. Biraz moralim bozuldu. Bu kadar yavaş bir tempoyla koşacağımı tahmin etmemiştim. Bir yandan da gözüm sürekli saatimdeydi, nabzım %80-85 arasında değişiyordu.Bu arada birinci Seğmen Pekmezimi yedim.(1:30) 

Saraçhane yokuşunu çıktık ve Yenikapı'dan sahil yoluna kavuştuk. Artık planımın ikinci aşamasına geçmiştim. Normal yarış tempom olan %87-88 seviyesine çıkıp hızlanmaya başladım. O zamana kadar hep yalnız koşmuştum. Benimle aynı hızlarda koşan iki fransızın arkasına takıldım ve beraber koşmaya başladık. 21k'yı 2:15 gibi bir zamanla geçince yarışın şimdiye kadar olan bölümünü ne denli yavaş koştuğumu anladım. (Runtalya Yarı maraton sürem 2:00:41) 15dk sonra ikinci Pekmezimi yedim. (2:30) Fransızların temposu arada bir beni zorlasa da onlardan kopmamaya niyetliydim. Bakırköy dönüşünü birlikte yaptık. Su istasyonlarından birinden aldığım süngerden bir parça kopartıp, kulağıma kulaklıkla birlikte sıkıştırınca stereo müzik problemim de çözülmüş oldu. Koşmaya devam ettim. 30. km'ye yaklaşırken sağ baldırımda ağrı başladı, daha sonra sol ayak tabanımda, sağ ayağımın baş parmağında...vs Bunları zaten beklediğim için fazla önemsemedim. Koşmaya devam ettim. Yenikapı'yı geçerken artık DUVAR bölgesine iyice yaklaştığımı biliyordum ve büyük bilinmez duvarı beklemeye başladım. Bir yandan kendime sürekli bu mesafeyi daha önce 3 defa koştuğumu duvarın benim için olmadığını hatırlatıyordum ama yine de kendimi onu düşünmekten alıkoyamıyordum. Bütün bunlar olurken 35k tabelesının yanından geçtik. (3:43:01) Zihimi bir an için boşalttım ve bir "system check" yaptım. Herşey olması gerektiği gibiydi. Evet, hafif ağrılarım vardı ama 35k koşan herkesin ağrıları olur, nabzım %88 e sabitlenmiş gibiydi, nefesim saat gibiydi ve kendimi oldukça iyi hissediyordum. O anda yarışın stresiyle kendimi şimdiye kadarki bölümde ne kadar fazla sıktığımı ve bitirememe korkusunun ne kadar derine indiğini fark ettim. Nabzımın düşmemesinin sebebi, kendi yarattığım bu baskıydı. 

Finiş anı. Düzeltilmiş zaman 4:26:26
Hemen toparlandım. Öncelikle Fransızlara veda ettim ve hızlanmaya başladım. Son pekmezimi de yedim.  Kendimi sanki 8 k denemesi koşuyormuş gibi hissediyordum. Yarışın en zevkli bölümü burası oldu. Her geçen saniye birilerini geçiyordum. Yolun kenarında sertleşmiş kaslarını esnetenler, yürüyenler hepsini birer birer geçiyordum. Bu arada müziklerde oldukça yardımcı oluyordu bu ruhu korumama. Van Halen-Dreams, Journey-Seperate Ways ve Manowar. Sanki hayatımdaki tek amacım bu koşuyu bitirmekmiş, sanki bugüne kadarki bütün sıkıntılarımın sebebi bu koşuymuş gibi koşuyordum. Bütün sorunlarımdan, geçmişin zombilerinden ne kadar hızlı koşarsam o kadar çabuk uzaklaşabilecekmişim gibi koşuyordum. Gülhane parkına girdiğimizde hafif tatlı yokuşun hızımı azaltmasına izin vermemeye kararlıydım. Yanlız artık bu son kilometreleri tamamen kendi iç sesimle koşmaya karar verdiğim için müziği kapattım. Sırtında Görele Spor forması olan, yürüyen bir ağabeyin sırtına vurup "Haydi Giresun'lu az kaldı, yürüme koş" diyebildim. Gözlerinin parlayıp tekrar koşmaya başladığını bir göz görebildim. Artık tempomu hiçbir şeyin bozmasına izin veremezdim. Parktan çıkınca yokuş da dikleşmeye başladı. Yukarı doğru koşarken yanımdan birinin geçmeye başladığını fark ettim. Aklımdan geçen tek düşünce "Hayır, bu olamaz, şimdi olmaz" idi. Ben de ona bu fırsatı vermeyip, hızımı yokuş yukarı daha da arttırdım. Finiş koridoru oldukça kalabalıktı. Sanırım bugüne kadar antremanlarda bile ulaşamadığım bir hıza o son birkaç yüz metrede ulaştım. Ya da heyacandan bana öyle geldi ama fakat finişi geçtiğim anda saatim nabzımı %101 olarak gösteriyordu.(4:26:26) Elime bir çanta tutuşturdular ve bu kadar ani durmamam gerektiğini bildiğimden hafif tempo koşmaya devam ettim.


Finişi geçtikten  birkaç dakika sonra
 Sonuç

Avrasya benim ilk maratonum olduğu için karşılaştırma yapabileceğim tek deneyimin bu yılın başında koştuğum Runtalya yarı maratonu. Yarışı tabi ki, öncelikli olarak, bitirme amacıyla koştum fakat kafamda 4 saatte bitireceğime dair bir hedefim vardı. Bu hedefe ulaşamamamın sebeplerinin şunlar olduğunu düşünüyorum;
  1. Cuma günü akşam yeterince dinlenemedim. C.tesi hafif koşu yapabilmek için en az 1-2 saatlik uykumdan fedakarlık ettim. Artık 2 saat uykunun yarım saat hafif koşu antremanından daha faydalı olduğunu düşünüyorum.
  2. Cumartesi günü gereksiz yere fazladan yürüyüp kendimi çok yordum. Hava zaten serin olduğundan evde oturup dinlensem daha iyi olacaktı. Ayrıca akşam üzeri içtiğim gereksiz miktarda çay akşam düzgün yemek yiyemememe sebep oldu. 
  3. Start alanına ulaşım sırasında yaşadığım sorun zihnimi çok yordu, ısınamadım ve çantamı içindekilerle birlikte atmak zorunda kaldım. (Büyükşehir belediyesi neden metrobüsü start alanına kadar götürmedi anlayamıyorum. )
  4. Yarışta daha önce fazla denemeye fırsat bulamadığım küçük ama daha sık adım koşu tekniğini uygulamaya çalıştım. Antremanlarda düşük nabızla daha hızlı koşmama imkan sağlayan bu teknik tempo yükseldiğinde fazlasıyla yorucu oldu. Yarışın son 7k sında normalde attığım adım şekline döndüm ve tüm vücudumda rahatlamayı hissettim.(biraz geç karar verdim)
  5. Müzikle koşmayı son aylarda bıraktığım için yarışın bir bölümünde kulaklık beni gerçekten çok bunalttı. (Bu kadar küçük birşeyin, bu kadar büyük sıkıntı verebilmesi şaşırtıcı.) Son bölümdeyse motivasyonu arttırıcı özelliğinden faydalanmadığımı söylesem yalan olur.
  6. Daha önce maraton koşmadığım için yarışın hangi bölümünde vücudumun nasıl tepki vereceğini kestiremiyordum. Yarışın başında da yeterice ısınamadığım için vücüdumun gönderdiği sinyalleri doğru okuyamadım ve bildiğim tek çözüm olan yavaşlama taktiğini uyguladım. Bu da bana hedefimden oldukça farklı bir zamanda finişi geçmeye mal oldu.
  7. Tecrübenin bir koşucu için neden çok önemli olduğunu artık daha iyi anlıyorum.
  8. Vücuduma, uyguladığım programa ve en önemlisi irademe artık daha fazla inanıyorum. Maraton koşabilmek, ruhumda görmek istediğim yerlere açılan yeni bir pencere açtı.
Onur nereye koşuyor? henüz ben de bilmiyorum :)

Son

14 Kasım 2012 Çarşamba

34.Vodafone Avrasya Maratonu - 1.Bölüm Maraton Fuarı ve sonrası

11 Kasım 2012 günü gerçekleşen 34.Vodafone Avrasya maratonu hayatımda koştuğum ilk maraton olması sebebiyle benim için ayrı bir yerde ve öneme sahip olacak. 26 haftalık Antremanyap.com sitesinin programıyla hazırlandığım maratonda öncelikli hedefim bitirmek, ikincil olansa finiş çizgisini 4 saat civarında görmekti. Şu anda birinci hedefimi yakalamanın haklı gururunu yaşarken, ikinciden oldukça uzak bir sürede koşmam sebebiyle hayal kırıklığını da aynı zamanda yaşıyorum. Bu yazının amacı öncelikle maraton hafta sonunun bir özetini ve kişisel görüşlerimi tarihe not düşmek, daha sonra da istediğim süreyi yakalayamamamın muhtemel sebeplerini saptayıp, hataların bir dökümünü yapabilmek.

10.Kasım- 

Maraton fuarı öncesi 

Önceki gece oldukça geç yatmama rağmen sabah erkenden uyandım ve parkta yarım saatlik dinlenme temposunda bir koşu yaptım. Evde sıkı bir kahvaltıdan sonra kardeşimin okulundaki Ata'yı Anma törenine katılmak üzere evden çıktık. Hava oldukça serin ve yağışlıydı. Okuldan ayrılmamız saat 10'u buldu. Hemen maraton fuarının yolunu tuttuk. Fuar girişinde kuzenimiz Engin abi ve Giresun Maraton Klübü'nün diğer üyeleriyle görüştük (Onlar da bütün gece süren yolculuktan sonra direkt fuar alanına gelmişlerdi) Yaklaşık yarım saat ayak üstü sohbetten sonra biz fuar alanına girdik, onlar da otellerinin yolunu tuttular. 

Maraton fuarı

Fuar alanına girer girmez hemen göğüs numaralarının ve çiplerin dağıtıldığı standları aramaya başladık. 1000'li numaraların olduğu masanın önünde uldukça uzun bir kuyruk vardı. Yaklaşık yarım saat kuyrukta bekledikten sonra göğüs numaramı almayı başardım daha sonra bu numarayı göstererek çipi ve içinde t-shirtün de bulunduğu çantayı  aldık. Daha önce Runtalya da yarımaraton koştuğumdan ve Avrasya çok daha büyük bir organizasyon olduğundan, verilecek hediyelerin ve çantanın daha kaliteli olacağını düşünüyordum. Fakat her ikisi de büyük hayal kırıklığıydı.(Özellikle sırtında kocaman ve oldukça kalitesiz bir baskı bulunan bu t-shirtü yarışta bazı koşucuların giydiğini görünce şaşırdım açıkçası. Ben sanırım sadece hatıra olarak saklamakla yetineceğim) Malzemelerimizi aldığımızda saat 12'yi geçmişti ve hafiften acıkmaya başlamıştık. Makarna dağıtılan yerdeki kuyruk ise moral bozmak için oldukça yeterliydi. Nihayetinde kuyrukta beklemeyip Taksim'de yemek yemeye karar verdik. 

Maraton Fuarı sonrası

Yağmur altında tempolu bir yürüyüşle Taksim'e ulaştık. Önce yemek yedik, ardında Tömer'e uğrayıp almamız gereken  kitapları aldık daha sonra yine yürüyerek Kabataş'a ulaştık ve tramvayla Sultanahmet'e geçtik. Burada da başka bir kitapçıya uğradık ve yine kitaplar aldık. Daha sonra arkadaşlarla buluşup biraz vakit geçirdik. Akşam üzeri eve ulaştığımızda oldukça yorgun ve hafif hasta hissediyordum kendimi. Akşam üzeri fazlasıyla çay içip, yanında da hamur işi yediğim için canım pek birşey istemiyordu. Yine de saat 21:00 sularında bir parça makarnayı ketçapla birlikte yiyip ardından da sıcak bir duş alıp yattım. 

3 Kasım 2012 Cumartesi

Corsair omurga düzeltme

Teknenin ilk birleştirme aşamasında destek tahtalarını dengelemeden koyduğum için salma deliğinin hemen arkasında omurgada bir girinti oluşmuştu(Foto No:1). Düzeltmek için herhangi bir çare bulamadığım için durumu kabullenip macunlama aşamasına geçmiştim. Hafta içinde arkadaşım Uğur Tunçoku'yla (Fikir ve teknik için teşekkürler!) tekneyi incelerken buranın düzeltilebileceğini söyledi ve uygulamam gereken yöntemi izah etti. Ben de denemeye karar verdim.

1- Omurgadaki eğrilik oldukça bariz bir şekilde görünüyor
Eğriliğin olduğu yer iki yöne de açılı olduğundan ve teknenin tam ortasından geçtiğinden, uygulanacak epoksi macunun tam simetrik olması gerekiyordu. Bunun için epoksi macunu tam girintinin üzerine döküp spatulayla bölgeye iyice yaydım(Foto No:2). Daha sonra bir çıta yardımıyla dışarıdan içeri doğru fazla epoksiyi sıyırdım (Foto No:3). Burada temel gaye gövdenin ve omurganın eğrisini bozmadan epoksiyle dolguyu yapabilmek. Doğrusu pek kolay değil :)

Epoksiye belli bir kalınlıktan sonra şekil vemek neredeyse imkansız. Bu yüzden uygulamanın son şeklini vermek için kurumasını bekleyip ikinci bir kat daha macun eklemek gerekiyor. O da bir daha ki postta. Son fotoğraf birinci aşamanın son halini gösteriyor. 
2-Epoksi macunu girintinin tam üzerine gelecek şekilde yaydım

3- Fazla epoksiyi eğimi bozmayacak şekilde sıyırdım

Düzeltmeden sonra kurumuş hali