30 Aralık 2013 Pazartesi

2013 özeti ve 2014'e dair planlar

Önsöz

Daha önceki senelerde geçen yıla dair yazı yazmak aklıma hep yılbaşından sonra gelirdi. Ocak ayının birinci gününe girdiğimizde artık yeni bir sayfa açan beynim bu isteği reddeder ve yazıyı yazmaktan son anda kurtulurdum. Bu sene bu kısır döngüyü kırıp geçen senenin en azından spor anlamında bir özeleştirisini yapıp gelecek seneye dair bazı planlarımı paylaşmak istiyorum.

Runtalya 2013. Kerem'le beraber

Genel Bakış

Dailymile da tuttuğum kayıtlara göre geçtiğimiz yıl boyunca 2007k'sı koşu ve 1003k'sı diğer branşlar olmak üzere geçtiğimiz sene toplam 3010k antreman yapmışım. Buna göre aylık 167k günlük ise 5.5k koşmuş oluyorum. 2013 yılının başında Garmin'in Forerunner 610 modeliyle nihayet kavuştuk. Daha önceki yıl koşularımda GPS barındırmayan nabız ölçer saatimle yarışlara hazırlanıyordum. GPS ini bir koşucunun olmazsa olmazlarından biri olduğunu iddaa etmiyorum fakat kişinin hayatını oldukça kolaylaştırdığı da kesin. Garmin'in hayatıma girmesiyle birlikte antremanlarımı daha teknik bir seviye de yapmaya başladım. Önceleri göz kararı yapmaz zorunda kaldığım mesafe ölçümlerini kesin olarak görebildim ve vücudumun koşu sırasındaki tepkilerini daha rahat gözlemlemeye başladım.

Runtalya 2013 yarışıyla birlikte koşu hayatıma bir yenilik daha girdi. Yarış öncesinde ADIM ADIM'ım faaaliyetlerini inceleyip destekledikleri derneklerden AKUT yararına koşmaya  karar verdim. YArıştan bir gün önce Nasuh Mahruki'nin rixos oteldeki sunumunu izleyip formamı aldım. Bu seneki koştuğum her yarışta da AKUT adına yardım toplamaya çalıştım. Özellikle facebook'ta hazırladığım sayfa arkadaşlarım tarafından beğenildi ve kendi çapında ses getirdi.

Bu seneye dair diğer gelişmeler koşu kıyafetleri ve aksesuarları konusunda oldu. Özellikle Decathlon firmasının internet sitesinin internet üzerinden satışa başlaması bizim için finansal açıdan çöküşe neden oldu. Özellikle uzun koşularda ihtiyaç duyduğum birçok aksesuarı bu sene temin ettik. Böylelikle hem yaz hem de kış ayları için (Antalya kışı) ihtiyaç duyduğum tüm kıyafetlere sahip olmuş oldum. Kısaca koşmamak için bahane kalmadı.

Avrasya 2013 öncesi

Koşu

Senenin ilk yarışının Runtalya olmasına karar vermiştim. Önceki yıl Avrasya maratonu'nda ilk yarışımı pek de beklemediğim bir şekilde koştuktan sonra Runtalya'da 4 saat civarında koşmak için hazırlıklara başladım. Son bir ay Garmin de koşularıma eşlik etti. Daha saati kullanmayı tam öğrenemeden yarışta kullanmak zorunda kaldım. Yarış öncesinde bloga yazdığım Runtalya 2013 öncesinde yazım oldukça popüler oldu. Yarışı DM'den arkadaşım Kerem'le beraber koştuk ve 4:01:52 de tamamlamayı başardım. Yarıştan sonra yazdığım yazıya burdan ulaşabilirsiniz.
Yarıştan sonra bir süre dinlenip sıkı bir ilkbahar programına başladım. Koşu mesafelerinin azaldığı bu program sayesinde karın ve sırt bölgelerini oldukça kuvvetlendirdim ve birkaç beden inceldim. İstanbul'daki yarışta maraton koşmaya karar vemiştim fakat yaz sıcaklarında Antalya'da antreman yapmak gözümde büyüyordu. Bu sebepten haftada sadece 3 gün koşu içeren Hal Higdon'un Marathon 3 programını uygulamaya başladım. Üç gün koşu ve iki gün bisiklet içeren bu programla haftalık kilometrem az olsa da en azından yıpranmamış oldum. Bunlara ilaveten Avrasya'da 10k koşmaya karar veren eşimle birlikte sabah yürüyüşleri ve fırsat buldukça da yüzme antremanları yaptım. Haziran ayı sonunda 3 aylık bir yüzme programına başladıysam da maraton antremanları yüzünden bıraktım.
Avrasya maratonuna yukarıda yazdığım sebeplerden çok iyi hazırlanamadığımı düşünüyordum. Yarışa bu sefer eşim ve arkadaşım Yalım'la beraber gittiğimiz keyfim çok yerindeydi. Yarışı 3:53:46'da koşarak em iyi maraton derecemi elde ettim. Yarıştan sonra toparlanma koşusunu Üsküp'te yapmak da ayrı bir keyif oldu.
Senenin son yarışını da İzmir'de ve pek alışık olmadığım bir mesafede koşum. Henüz raporunu yazamadım bu yarışta 8k'yı 37:07 de koşmayı başarıp erkeklerde 70 kişi içinde 43.oldum. Antreman havasında geçemesini umuyordum fakat yarışın son kilometresi oldukça yıkıcı oldu.

2013 Avrasya hatıraları

2014 planları

Yeni yılın ilk yarışı bir terslik olmazsa Runtalya olacak. Bu yarışta maraton koşmayı planlıyorum fakat daha sonrası için kafam biraz karışık. Önümüzdeki sene İstanbul'da maraton koşmayı düşünmüyorum zira yaz aylarında 3 saatlik koşuları yapması çok zor oluyor. Onun yerine daha geç bir dönemde yurt dışında bir yarış düşünebilirim. Yıl içerisinde mümkün olduğunca çok daha kısa mesafelerde yarışlar koşup kendimi tanımaya ve yarış deneyimimi arttırmaya çalışacağım.
2013'de uyguladığım macro plan bana iyi geldi. Buna göre 2014'ün de ilkbahar aylarında kuvvet ve hız antremanlarına ağırlık verip daha sonraki sıcak aylarda dayanıklılık antremanları yapacağım. bu sene yarım bıraktığı yüzme programını da tamamlamayı düşünüyorum. Eğer herşey yolunda giderse sonbahar da kısa mesafe triatlonu veya orta mesafe dağ maratonu ciddi olarak düşünüyorum.
Bir arkadaşım yazın Ağrı dağı zirvesi yapmayı teklif etti. Önümüzdeki aylarda eğer bu teklif ciddiye binerse biraz yüksek irtifa yürüyüşleri yapmam gerekebilir. Likya yolunda ilkbaharda yapılacak uzun yürüyüşler ve birkaç tahtalı dahı yürüyüşü eminim çok faydalı olacaktır. Şimdilik yeni yıla dair aklıma gelenler bunlar. Aslında herşeyden önemlisi sağlığı kaybetmeden ve sakatlanmadan yıl boyu antremanlara devam edebilmek. Umarım bu blogu okuyan herkes için de 2014 hayallere ve yeni hedefler ulaşabileceği bir yıl olur. 

11 Aralık 2013 Çarşamba

Koşu İçin (Atletizm) Lisans Nasıl Çıkartılır?

İki yıldan fazladır koşmama ve yarışlara katılmama rağmen atletizim lisansı çıkartmak hiç aklıma gelmemişti. Geçtiğimiz hafta içinde Şehit Kubilay koşusunun organizatörleriyle yaptığım konuşmada; lisansım olmadan yarışa katılamayacağımı söylediler. Ben de aylar öncesinden uçak biletlerini aldığımız ve bu yarışa katılmaya uzun bir zaman önce karar verdiğim için lisans çıkartmaya karar verdim.

Sporcu lisanslarını vermeye yetkili olan kurum Gençlik ve Spor il müdürlüğü. Kurumun İnternet sitesine girdiğinizde illere göre seçiminizi yapıp, bulunduğunuz bölgenin müdürlüğünün sayfasına bağlanıyorsunuz. İlgili sayfadan başvuru formunu ve diğer evrakları bilgisayarınıza indiriyor ve gitmeden önce dolduruyorsunuz. Böylece kuruma gittiğinizde işleminiz oldukça kısa sürüyor. Lisans çıkartmak için gerekli belgeleri buradan indirebilirsiniz.

Ferdi Atletizim Lisansı için gereken belgeler;

  1. Bir adet tescil belgesi (Ferdi lisans için bir tane klüp lisansı için iki tane isteniyor. Yukarıdaki linkten belgeye ulaşabilirsiniz)
  2. İki adet resim (herhangi bir sınırlama yok. Ben yıllar önce çektirdiğim sakalsız bir fotoğrafımı götürdüm)
  3. Sağlık raporu (Herhangi bir sağlık kurumundan olabilir. Ben bizim aile hekimimizden aldım ve herhangi bir ücret ödemedim)
  4. Bir adet nüfus cüzdanı fotokopisi (önlü arkalı)
Not: Klüp üzerinden lisans çıkartacaklar için belgelerin sayısı değişiyor. Dikkatli olmakta fayda var. 

Yukarıdaki belgeleri hazırladıktan sona Gençlik Spor'daki lisans ve sicil işlemleri şefliğine başvuruyorsunuz. Görevli memur kağıda yazdıklarınıza bakmadan aynı bilgileri sözlü olarak tekrar soruyor. Lisans kağıdınızı yazıcıdan çıktı olarak alıp, PVC kaplayıp, teslim ediyor. Atletizim lisansı için herhangi bir ücret söz konusu değil. Lisansın geçerlilik süresi bir yıl ve her sene yenilemek gerekiyor. 


29 Kasım 2013 Cuma

35. Vodafone İstanbul Maratonu

Bu sene 35.si koşulan ve ismi değiştirilen Vodafone İstanbul Maratonu'nda (Eski adı Avrasya maratonu) ikinci defa koştum. Yarışı Türkiye'de koşulan iki maratondan- görece olarak zor olan parkura sahip olmasına rağmen, en iyi maraton derecemi yaparak 3 saat 53 dakika 46 saniyede tamamlamayı başardım. Bir diğer mutluluk kaynağım bu sene 10k yarışına eşim Luda'nın ve dostum Yalım'ın da katılması oldu. Dolayısıyla fuar gününden itibaren yarış atmosferini hep beraber yaşadık. Bu yarışta da geçen yarışlarda olduğu gibi AKUT derneği yararına koştum ve bağış toplamaya çalıştım.  Bu yazı yarış öncesi hazırlıklarımı ve yarış deneyimimi anlatıyor.

Hazırlık 

Runtalya 2013 maratonundan sonra sıkı bir bahar programı uygulamış, hem iyi kilo vermiş hem de hızımı arttırmıştım. Fakat araya yaz gireceği için mümkün olduğunca çapraz antremanlara arırlık veren bir program uygulamak istiyordum. Zira Antalya gibi sıcak iklime sahip bir bölgece yazın özellikle uzun koşular tam bir işkenceye dönüşüyor. O sırada Hal Higdon'ın Maraton 3 programını okudum ve aklıma yattı. Program haftanın 3 günü koşu, bir günü bisiklet, bir diğer günü de isteğe bağlı bir çapraz antreman öneriyordu. Ben bu ikinci gün antremanların çoğunu da bisiklet olarak yaptım. Bunlar haricinde eşim de sabahları yürüyüş ve koşuya başlayınca, özellikle programın hafif olduğu ilk aylarda neredeyse her sabah, onunla beraber yürüyüşler yaptım. Yaz olduğu için haftanın birkaç günü yüzdüm ve birkaç defa ciddi yükseklik kazanımları olan patika yürüyüşleri yaptım. Kısaca antreman programımın haricinde mümkün olduğunca farklı aktivitelere de katılmaya çalıştım. Yarışa böyle hazırlandığım için doğrusu pek de iyi bir derece çıkartabileceğimi sanmıyordum. Zaten program süresince koştuğum üç 32k lık koşunun sadece birini bitirebilmiştim. Bu da üzerimde büyük bir baskı yaratıyordu. Bu duygu ve düşüncelerle 15 Kasım günü İstanbul'a geldik.

Maraton Fuarı

Fuara cumartesi günü öğleden önce gittik. Fuarın bu sene Sinan Erdem spor salonuna alınması bize bir anlamda yaradı. Merter'den tramvayla 15dk da Şirinevler durağına ulaştık. Salona doğru yürürken dikkatimi çeken etraf hiç yönlendirme tabelası görmemek oldu. Belki benim gözümden kaçtı bilemiyorum ama insanlar sadece salona doğru yüyüyen kalabalığı takip ediyorlar gibi geldi.
Geçmişte fuar organizasyon işiyle uğraştığım için bu fuarın her sene kötüye gitmesini bir türlü hazmedemiyorum. İnsanlar oraya yarış evraklarını ve çipleri almaya gidiyorlar, bu işlemlerin yapılacağı stantları küçük bir alana hapsedip satıcılara ve sponsorlara devasa alanlar ayırmak her kimin fikriyse, organizasyon konusunda öğreneceği çok şey olduğunu söyleyebilirim.

Fotoğraf: Faruk Şentürk
  Maraton standında fazla fazla kuyruk olmadığı için ben işlerimi çabucak hallettim. İş çanta almaya gelince su ve meyve bittiği için biraz beklemek zorunda kaldım ama o da halloldu. Geçen sene vermişler miydi hatırlamıyorum fakat muz ve suyu yarış öncesinde vermelerine sevindim. Bizim ekip 10k kuyruğunda bayağı oyalandı. Sonunda onların da işi bitince fuardan birşeyler satın alıp, makarna kuyruğunu pas geçip, fuardan ayrıldık.

Yarış günü ulaşım

Saat 6 da tramvay durağında hazır bir şekilde bekliyorduk. Görevli bize tramvayın pazar günleri saat 6:30 da çalışmaya başladığını söyleyince biraz heyecanlandım. Zira planımız Sultanahmet'e kadar tramvayşa gidip oradan servis araçlarına binmekti. Tramvay geç de olsa geldi ve yola koyulduk. Beyazıt'a gelince ikinci bombayı patlattılar. Orada inip S.ahmete doğru yürümeye başladık. Bizimle birlikte yüzlerce insan daha yürüyordu. Bu arada yanımızdan boş ve üzerinde maraton yazan otobüsler S.ahmet yönünde geçmeye başladı. Saat 7:30 da finiş noktasının bulunduğu yere geldiğimizde otobüsler sırayla dizilmiş ve insanları almaya başlamıştı. Dağıtılan Vodafone berelerinden birer tane alıp otobüse atladık. 30dk sonra start noktasına ulaşmıştık. Çantaları teslim etmek için yolun her iki tarafında bekleyen otobüsleri yoklamak zorunda kalsam da üzerimdekileri hemen çıkartıp çantamı teslim ettim. Çantamdaki iki powerade den birini içtim-iyiki de içmişim finişe kadar başka görmedim- diğerini yarış sonunda içerin diye saklayıp üşümemek için starta kadar hareketli kalmaya çalıştım. Bu sırada Dailymile dan bazı arkadaşlarla karşılaştık, 15k startında bekleyen Giresun maraton klübüyle ve kuzenim Engin ağabeyle selamlaştık  . Kalabalıktan özellikle sakınıp elitlerin ısındığı tarafta ısınmaya ve startı beklemeye başladım.

Kuzenim Engin ağabey (sağda) ve Giresun maraton klübünden arkadaşları.
Yarış

Start öncesinde nedense fazlasıyla endişeliydim. Yukarıda yazdığım gibi 32k'lık koşulardan ikisini bitirememem üzerimde baskı yaratıyordu. Yaptığım antremanlara ve programa inanıyordum fakat bir yandan da endişemi bir türlü bastıramıyordum. Start verilince kalabalıkla birlikte yürümeye başladım. Çevremdeki kalabalık kitle protololün önünden geçerken belediye başkannına espirili bir şekilde sataştılar. İtiraf ediyorum bu biraz keyfimi yerine getirdi. Daha sonra kulaklıklarımı takıp hazırladığım 80lar listesini çalmaya başladım. Köprüyü geçerken, sert kuzey rüzgarı endişelerimi aldı götürdü. Ben de keyifle koşmaya başladım.



Planım yarışı 3:50dk civarında bitirmekti. İlk birkaç km kalabalığında etkisiyle oldukça yavaş ilerledim. Barbaros bulvarından aşağıya yönelince mümkün olduğunca dizlerimi korumaya ve parmak uçlarıma basarak koşmaya çalıştım. 5k yi geçerken hızımı arttırmaya başladım. Hava başta biraz serin gelmişti fakat koştukça ısındım. 10 ve 15.işaretlerini tam planladığım tempoda geçtim. 15k de bilekliğime sıkıştırdığım seğmen pekmezimden biraz yedim. Başta kaybettiğim zamanı bu bölümde telefi edebilirdim aslında ama baştaki endişeler yüzünden vazgeçtim. unkapanı köprüsünden yukarı doğru dönünce adımlarını küçültüp sıklaştırmaya çalıştım. çok yavaşlamadan su kemerine ulaşınca keyfim biraz yerine gelir gibi oldu. Bu arada yol boyunca her istasyondan su ve sünger almaya ve sıcaklığı hiç yükseltmemeye çalıştım.  Buraya kadar hiç sporcu içeceği görmemiştim, her halde yarı maraton mesafesinden sonra verecekler diye düşünüp devam ettim. Yarı maratonmesafesini 1:56 da geçince biraz canım sıkıldı. Tahminimden fazla yavaşlamıştım. Biraz hızmı arttırıp devam ettim. Bu arada yerlerde yarısı içilip atılmış sporcu içecekleri görmeye başladım fakat masaların üzerinde sadece su vardı. Geçen yarışlarda ne olu ne olmaz diye su kemerime sporcu içeceği alıyordum bu sefer almamıştım ve karbonhidrat seviyem hızla düşüyordu,  ben de ne bulursam yemeye başladım. sonraki 5k yı 30sn daha hızlı geçtim kendimi iyi hissediyorduma. 25k da birinci paket pekmezi bitirdim. Peşlerine takıldığım iki alman sporcu bu bölümde iyice yavaşladılar. Saatime pek dikkat etmediğim için 30k yı geçerken ne kadar yavaşladığımızı fark ettim ve onlara veda etmem gerektiğini anladım. Genel bir sistem check yapıp herşeyin yolunda olduğunu görünce hızımı arttırdım. Ağrı sızı henüz başlamamıştı ama güçsüz kaldığımı hissediyordum, jel kullanmadığım için sporcu içeceğine ihtiyacım vardı. Yediğim meyveleri hazmedemediğim için karnımda şişlik hissetmeye başladım ve bu hislerle meşhur 20 mil bölgesine geldim. Rüzgar karşıdan bastırıyordu fakat kendi içime o kadar dalmışım ki ancak 35k tabelasını görünce ayıldım. Karnım şiştiği için su içmemeye kadar verdim. Büyük bir risk olduğunun farkındaydım ama son yedi kilometreyi bu şekilde aşmak zorundaydım. 40k tabelasını gördüğümde artık yarışın bittiğini biliyordum. Ama bacaklarım da gitmek istemiyordu. Son kozumu kullanıp Rocky 4 albümünü açtım. Burning heart eşliğinde gülhaneye doğru yükselmeye başlamıştım ki, birden backalarım daha fazla gidemedi ve tam giriş kapısını geçer geçmez durdum...Birkaç sn içinde gözümün önünden türlü sahne geçti. Sadece 1k sonra beni bekleyen sevdiklerimi ve hissedeceğim duyguyu düşündüm. Birkaç km önce geçtiğim koşucunun tişörtünde yazan "I can't stop, I won't stop" cümlesini tekrar etmeye başladım. Bizim sitede oturan tekerlekli sandalyeye mahkum arkadaşımın şu an benim yaptığımı yapmak için neler feda edebileceğini düşündüm. Ve itiraf ediyorum o duygusal anda biraz da gözlerim doldu...Ve tekrar koşmaya başladım. Bu sefer daha kuvvetli ve daha istekle yokuşu çıktım. Son 400m de finişte güzel bir kare verebilmek için arkamdan gelenlerle mesafeyi korumaya çalıştım ve 3 saat 53 dakika 46 saniyede yarışı tamamlamayı başardım.

Finişten sonra, 10k yarışını bitirdikten sonra Sultanahmet'e kadar beni karşılamak için gelen; Luda, Faruk ve Yalım'la sarılıp bu güzel anın tadını çıkarttık. Geçen sene olduğu gibi bu sene de elimize bir poşet tutuşturup, madalyayı takmamaları sinir bozucuydu. Bunu fazla dert etmeyip sertifikamı alıp yarış alanından ayrıldım.

Son metreler. Fotoğraf Faruk Şentürk

Finiş çizgisinde. Fotoğraf Abdulkadir Yeşilyurt 


03/12/2013 update

Sonuç

İstanbul maratonunda 3:50 civarında koşacağımı planlarken özellikle yeterince (doğru) beslenmediğim için beklediğimden biraz daha yavaş koştum. En iyi derecemi yaptığım için mutluyum ve Runtalya maratonunda daha iyi koşabileceğim konusunda umutlarımı arttırıyor. Diğer yandan bu kadar sporcuya değer vermeyen bir organizasyonda ve şehirde koşmak için tüm yaz boyunca kendime eziyet etmek isteyip istemediğim konusunda emin değilim. Önümüzdeki aylarda fikrim değişirmi bilmiyorum ama seneye İstanbul'da maraton koşmayı düşünmüyorum. Büyük ihtimalle daha kısa mesafelerden birine kayıt olur sonbahar için başka bir hedef yarış planlayacağım. 

Beğendiklerim


  • Boğazın eşsiz manzarası
  • Karaköy yakınlarındaki perküsyon grubu
  • Kum kapı civarında karşıdan karşıya geçerken koşucuları aralarına alıp kocaman bir moral alkışı veren turist gurubu
  • Engelli sporculara eşlik eden adım adım ekiplerine gösterilen müthiş destek
  • Bu yarış için verilen AKUT tişörtü

İyileştirilmesi gerekenler

  • Halk yürüyüşünün gereksiz bir uygulama olması
  • Yarış organizasyon komitesine sporla uğraşan insanların dahil edilmesi. Organizasyonun tamamında kağıt üzerinde hazırlanmış havası var.
  • Daha önce başka raporlarda da belirtilen dönüşlerde ölçüm noktaları
  • Sporcu içecekleri yeterli değilse bunun baştan belirtilmesi (anlaşıldığı kadarıyla sorun bütçede değil, organizsasyon eksikliğinde)
  •  Ve tabiki bu tür etkinliklerin halka daha çok duyurulması
10k fatihi Ludmila Şentürk ile startta

10k fatihi Yalım Alatlı ile startta


24 Eylül 2013 Salı

Karain Mağarası ve Antalya Hayvanat Bahçesi Gezisi

Hafta sonu uzun koşusunu Cumartesi günü yapınca pazar günü boşa çıkmış oldu. Sabah Luda'nın ilk 5k denemesine eşlik ettim. Daha sonra sıkı bir kahvaltı yapıp yola koyulduk. Planımız, daha önce önünden defalarca geçip ziyaret etme fırsatı bulamadığımız Karain Mağarasını, Antalya Kent Ormanı ve Antalya Büyükşehir Belediyesi Hayvanat Bahçesi ve Doğa Parkını gezmekti, fakat dönüşte vaktimiz kalmayınca Kent Ormanı ziyaretini başka sefere bıraktık.

Karain Mağarası

Antalya'nın 30km kuzey batısında bulunan Karain Mağarası Anadolu'nun en eski yerleşimlerinden biri. Denizden 430, önündeki ovadan ise 130 mt yükseklikteki mağaraya gişe binasının yanındaki patika-merdiven karışımı bir yoldan yaklaşık 15-20 dk tırmanarak ulaşılıyor. Giriş 5TL/kişi fakat müzekart sahiplerinin herhangi bir ödeme yapması gerekmiyor. Dilerseniz görevli ingilizce broşürlerden veriyor, biz gittiğimizde diğer dillerdekilerden ellerinde kalmamıştı.


Mağara 5 gözden oluşuyor, oldukça karmaşık bir yapıyla bir birine bağlanan bu gözlerden iki tanesine giriş yol. İçeri girerken sağ tarafta kazı çalışmaları devam ettiği için kordonla çevrilmiş. burada en çok dikkatimi çeken kazı yapılan alanda derinliğin 5-6mt den fazla olması idi. Daha sonra okuduğum kadarıyla 11mt derinliğe ulaşılan yerler varmış. Bunun sebebi uzun süre iskan edilen mağarada yıllar boyunca toprağın birikmesiymiş. Konuyla ilgili detaylı bilgi almak isteyenler buradan Antalya müzesi resmi sitesine ulaşabilirler.

Tepeden aşağıya indikten sonra giriş kapısının yakınlarındaki çeşmenin yanında çay içip piknik yaptık. Dönüş yolunda Döşemealtı üzerinden oldukça rahat bir şekilde Hayvanat bahçesine ulaştık.



Antalya Büyükşehir Belediyesi Hayvanat Bahçesi ve Doğa Parkı

Hayvanat Bahçelerinin oldukça hüzünlü yerler olduğunu düşünmüşümdür. İnsan veya hayvan, bir canlının özgürlüğünün kısıtlanması ve demir parmaklıklar ardında sergilenmesinin eski zamana ait bir eğlence olduğunu düşünüyorum. Zira günümüzde görmek istediğiniz her hangi bir hayvana ait herhangi bir bilgiyi internet vasıtasıyla edinmek mümkün. Bu düşüncelerle ana kapıdan içeriye girdiğimizde görevli araç başına 10TL giriş parası ödememiz gerektiğini söyledi (yaya girişi 5TL, öğrenci ücretsiz). Girer girmez dikkatimi çeken ilk şey ormanın içindeki çok yüksek sesili müzik ve yoğun araç trafiği oldu. Hayvanat bahçesiyle ilgili bir sürü şey duymuş ve okumuştum. Hatta bu alanda dağ bisikleti yarışlarının da yapıldığını biliyordum ama bunca zamandır yolumuz bu tarafa hiç düşmemişti. Diğer yandan en son hayvanat bahçesi ziyaretimin 10'lu yaşlarda Gülhane Parkı'nda olduğunu düşünürsek tam olarak neyle karşılaşacağımı da bilmiyordum.





Park oldukça büyük bir alana kurulmuş- resmi kayıtlara göre 400 dönümün üzerinde. Hayvanlar için ayrılan alanlar beklediğimden çok daha genişti. Hayvanlar türlerine göre pavilyonlara ayrılmış ve ziyaretçiler bu alanlar arasında belli bir rotaya bağlı kalmadan gezebiliyorlar. Hayvanlara yaklaşım ve genel davranışlarla ilgili kuralların heryere asılmış olmasına rağmen kural ihlalleri (hayvanlara yemek artıkları vermek, kafesin içine girmek, kafes ve demirlere vurup hayvanları korkutmak vs.) had safhadaydı. Özellikle ceylanların bulunduğu alana demirleri aşarak giren çocuğu ailesinin alkışlayıp, babasının "dağ aslanı geliyor" diyerek korkutması görülmeye değer gösterilerdi. İnsan kafesin hangi tarafındakilerin ziyaretçi, hangi tarafındakilerin yerli olduğunu karıştırıveriyor.


Bütün bu olumsuz görüşlerimin ve şahit olduğum aşırılıkların yanında hayvanat bahçesinin birçok insan için oldukça önemli bir yere sahip olduğunu da gördüm. Ziyaretçi kitlesinin profili ve davranışları beklentilerin çok altında da olsa, birçok insanın burada olmaktan büyük heyecan duyduğu ve keşif duygularını burada- kafes arkasındaki hayvanlara bakarak- tatmim ettiklerini gözlemledim. Göçebe bir kültürden gelen fakat seyahat etme kültürü bulunmayan toplumuzun belki de ezberleyerek öğrenme yerine deneyimlerek öğrenme alışması için bu tür yerlerin arttırılması gerekmekte, her ne kadar yolu doğallıktan çok uzakta ve hayvanların esaretine mal olsa da...

Hayvanat bahçesi resmi sitesi için tıklayın.

19 Eylül 2013 Perşembe

Likya Yolu Tekirova-Çıralı yürüyüşü

Uzun zamandır yürümeyi planladığım Tekirova-Çıralı parkuru Likya yolunun en uzun ve çok iniş-çıkışlı bölümlerinden biri. 20km lık mesafeyi toplam 6 saat civarında tamamladım.

Tekirova'daki Likya yolu sapağı

Yürüyüşe gün içinde karar verdiğim için hazırlık yapacak fazla vaktim olmadı. Ufak bir çanta hazırlayıp, bir miktar da yiyecek aldıktan sonra Tekirova yolunu tuttum. İlçe merkezinden Likya yolu sapağına kadar yaklaşık yaklaşık 3k yürüdükten sonra marketten su ve ertesi gün için yiyecek birşeyler aldım. LY sapağı Corinthia otele varmadan hemen önce sağ tarafta. Tabelayı kaçırmak oldukça zor.

Yürüyüşe akşam üzeri saat 18:30'da başladım. Yaklaşık bir saat içinde havanın kararacağını bildiğimden bir yandan konaklayabileceğim bir yer arıyordum. Yaklaşık 50dk kadar yürüdükten sonra sol tarafta bir çeşme ve ardında bir koy gördüm. Bu arada karşı yönden yürüyen birisi yaklaşık 45-50dk sonra başka bir koy daha olduğunu oranın daha sakin olacağını söyledi. Hava kararmadan yetişemeyeceğimi düşünerek burada kalmaya kadar verdim.

Karşılaştığım adam bu koya geceleyin yaban domuzlarının geldiğini fakat bir şey yapmayacaklarını söylemişti. Bunun üzerine ben de yerden yüksekte yatmanın daha iyi olacağına karar verdim. Yanımda hamak olmadığı için ilk iş elimdeki iplerle üzerinde yatabileceğim bir zemin hazırlamaya çalışmak oldu. Daha önce böle bir deneyimim olmadığı için sonuçta elimde geçen hayatım boyunca yattığım en konforsuz zeminin ilk işaretleri oldu.
Kendi yaptığım dünyanın en konforsuz hamağı.

Ufak bir ateş yakıp, bir parça birşey yedikten sonra dinlenmeye çekildim. Biraz sonra domuzlar gerçekten geldiler. Önce karanlıkta ayak sesleri duymaya başladım. Çantamı yükseğe astığım için yakınlarda yiyecek yoktu ama ne yalan söyleyeyim bir ara gerçekten yaklaşacaklar diye korktum. Hamağımın yaklaşık 5mt yanındaki yoldan yürüyorlardı. İlk gördüğüm oldukça ufaktı daha sonra geçense iri bir köpek kadardı. Fenerimi o yöne tutunca rahatsız olup kaçtılar. Bu arada tepenin arkasındaki koydan animasyon gürültüleri gelmeye başladı ve gece 12'ye kadar oldukça yüksek sesle 12'den sonra biraz daha sessiz 3'e kadar devam etti. Bu arda ben ise sırtımı ve bacaklarımı kesen naylon iplerle mücadele halinde rahatsız bir pozisyonda yatmakla meşguldüm. Bir ara uyuya kalmış olmalıyım, uyandığımda hava hafif aydınlanmaya başlamıştı. Kalkıp ateşi canlandırdım ve kahvaltı yaptım.   

M.Ali Bükü
Çeşmede temizlenip su ikmali yaptıktan sonra saat 7:30 da yürüyüşe başladım. Yolun ilk  3 saatlik bölümünde yol şartları neredeyse hiç değişmedi. Ormancıların kullandığı stabilize yol sıklıkla doğa şartlarından yoğun bir şekilde etkilenmiş. Bol iniş çıkışlı olan bu bölümü oldukça hızlı bir tempoyla yürüdüm. İnsan bu kadar güzel manzaralar sunan bir rotada yanlız başına yürürken bir çeşit transa giriyor. Adımlarının ve yürüyüş sopasının, duvar saatinin düzenli tıklamaları gibi sesi, zamanı geriye doğru işletip, düşünmek için harika bir atmosfer yaratıyor. 

Bu haritayı internetten buldum. Yanıma GPS almadığım kendi yürüyüşümün kaydı yok.

Yaklaşık bir saatlik yürüyüşten sonra Tatlısu Limanına vardım. Oldukça büyük bir kumsalı olan bu koyun doğu kısmında birbirine bitişik iki büyük kaya var. Elimde LY kitabı olmadığı için işaretlerin devamını aramak için koya girdim. Koyda kamp kurmuş insanları rahatsız etmemek için biraz açıktan geçip yolun geçtiğini düşündüğüm tepeye ağaçların arasından tırmanmaya başladım ve bir noktadan sonra artık kayboldum. (Bu noktada eğer koyda konaklamayı planlamıyorsanız, içeri girmeden koyun etrafından dolaşmak gerekiyor.) 15-20 dakika ağaçların ve dikenli çalıların arasında debelendikten sonra nihayet işaretleri bulup yola çıktım. Batı yönündeki tepeye tırmanmaya başlamadan önce yolun başında çeşmede bacaklarımdaki yaraları güzelce temizledim. 
Yol şartları yaklaşık iki saat daha aynı şekilde devam etti Tatlısu limanından sonra ciddi bir tırmanış başladığı için bu bölümde hızım biraz düştü. Zirveye yaklaşırken Çek Cum. gelip 5 gündür yürüyen birine rastladım. Bir süre sohbet edip zirveyi beraber aştık. Sonra hızlanıp kendi tempomda yürümeye devam ettim. 
Tatlısu Limanının kuzey batı tarafından görünüşü


Zirveden Çıralı plajının görünümü. Şimdilik çok uzak...
Yaklaşık bir saatlik süren inişten sonra nihayet Atbükü (Maden) koyuna ulaştım. Koyun hemen girişinde bölge maden olarak işletilirken kullanılmış binaların ve makinelerin kalıntıları var. İnternette araştırma yaparken koruma kuruluna bu hurdaların kaldırılmasıyla ilgili yapılmış bir başvuruya ve verilen red cevabına rastladım. Özellikle makine ve araç hurdalarının kaldırılmasının olumlu olacağı görüşündeyim. Karar metnine buradan ulaşabilirsiniz.

Maden koyu geçtiğimiz yıllarda da balık çiftlikleri tarafından kullanılmış, büyük ve ince kum bir kumsal olmasına rağmen sahil oldukça pis ve her türlü çöpü barındırıyor. Çiftlik işletmecileri tarafından bırakılan ağ kalıntıları ve dubalar da cabası. 

Atbükü (Maden) koyu
Maden koyundan sonra yolun-bence-en zor bölümü başlıyor. Maden koyununun ardından gelen koyda yaşayan balıkçılar var. Burada dinlenip su ikmali yapmak mümkün. Daha sonra tekrar dik bir patikadan çıkış ve inişler. Bu bölüm Çıralı sahili görünene kadar yaklaşık 1.5 saat sürüyor. Saat 12 civarında yemek molası verip ton balığı ve poğaçadan oluşan öğlen yemeğimi yedim. Moladan kısa bir süre sonra nihayet Çıralı plajı göründü. ve inişe başladım. Çıralı yolundaki LY tabelasına vardığımda saatim 12:24'ü gösteriyordu. Yani kamp yaptığım M.Ali Bükü'nden beri kaybolma,duraklamalar ve yemek molası dahil tam 5 saatte bu etabı tamamladım. Yol boyunca bir kutu ton balığı, 3 poğaça, bir simit ve iki tane tadım fıstıklı bar yedim. 4-5Lt kadar da su tükettim. 

Bu etabı uzun zamandır yürümek istiyordum ve diğer yandan 1029mt yükseklik kazanımı ve 1032 mt inişleriyle de sıkı bir antreman yapmış oldum. Fakat eksik kamp malzemesinin konaklamayı nasıl kabusa çevirebileceğini de bir kez daha deneyerek öğrenmiş oldum. Bir dahaki yürüyüşe en azından rahat bir hamak edinmeyi düşünüyorum.

Çıralı vadisi yukarıdan

Çıralı vadisi yukarıdan

Çıralı'daki Likya yolu tabelası


15 Ağustos 2013 Perşembe

Köprülü Kanyon'da yürüyüş ve kamp - 01 - Hazırlık

Ağustos başında hem birkaç gün kafamızı dinlemek hem de yeni aldığımız kamp malzemelerimizi test etmek için Köprülü Kanyon milli parkına gitmeye karar verdik. Yaklaşık 10 sene önce ziyet etme fırsatı bulduğum kanyonu yeniden ve daha detaylı olarak gezmek benim için heyecan verici bir deneyim oldu.

Hazırlık:


Nisan ayında dostlarımla Yedigöller'de yaptığımız kampın tadı damağımda kaldığı için o tarihten beri eksik kamp malzemelerimi tamamlamaya çalışıyordum.  İnternette biraz araştırma yaptıktan sonra kamp malzemeleri için Dechatlon internet mağazasında satılanların bütçemize uygun olduğuna karar verdik.  


Çadır göründüğünden daha büyük. İki kişi eşyalarıyla
birlikte rahat bir şekilde içine yerleşebiliyor.
Çadır konusunda söz konusu mağazada onlarca değişik seçenek var bizim tercihimiz T2 2 kişilik doğa yürüyüşü çadırı oldu. Kurulumunun oldukça rahat olması ve uygun fiyatı karar vermemizde etkili oldu.http://www.decathlon.com.tr/T2-2-Kisilik-Doga-Yuruyus-Cadiri,PR-13855.html


Uyku tulumları konusunda seçenekler yine oldukça bol. S20 model tulumlar bize uygun görünüyordu. İnternet sitesinde "stokta yok" görününce mecbur İstanbul'daki kardeşimden almasını rica ettim. Tulumların birleşip iki kişilik olabilmesi avantaj oldu. http://www.decathlon.com.tr/S20-Fermuarli-Kamp-Uyku-Tulumu,PR-16418.html

Matları yine Decthlon'dan aldık. M100 model matları her türlü zeminde kullanmamıza rağmen oldukça konforluydu. http://www.decathlon.com.tr/M100-Kamp-Mati,PR-217.html

Acil durum ve hayatta kalma çantası olarak, geçmişte hazırladığım ve evde de her an el altında bulundurduğumuz çantayı kullandık. (kırmızıyla yazılan eksiklerini bir dahaki sefere kadar tamamlamayı düşünüyorum) İçeriği:
  • Çakı
  • Biri güneş enerjisiyle şarj olan, diğeri pilli iki el feneri
  • Su geçirmeyen bir kabın içinde; pusula, kurşun kalem, kağıt, ve yedek çakı
  • İlk yardım çantası
  • Anti-bakteriyel temizlik jeli
  • 30m çok amaçlı ip
  • İşaret düdüğü
  • El radyosu ve yedek piller
  • Acil durum battaniyesi
Bunlar haricinde yanımıza aldığımız diğer malzemeler; 
  • 100m ince kendir ip (doğal ve sağlam olduğu için tercih ediyorum, doğada bıraktığınızda kısa zamanda çürüyor)
  • İki adet pilli kafa lambası
  • Bölge haritası
  • GPS

Köprülü Kanyon'da yürüyüş ve kamp - 02 - 1.gün


18 Haziran 2013 Salı

Corsair 13 Astar Boya

Bir önceki yazımda dış yüzeyi düzeltmek için macun çekme ve zımparalama aşamalarından bahsetmiştim.

Her ne kadar bugüne kadar kullandığım sistemlerin tamamı epoksi bazlı da olsa; son kat boyanın zemine sağlam bir şekilde yapışabilmesi için araya başka bir kat boya uygulanması gerekiyor. Buna "astar boya (primer)" deniyor. Ben teknemde Polisan Antikorozif astar boya kullandım. Daha önce başka bir ürün kullanmadığım için kalitesi,dayanıklılığı vs. konusunda yazamayacağım, fakat uygulama aşamasında oldukça rahat ettiğimi söyleyebilirim.

Astar Boya, epoksi bazlı olduğu için iki bileşenden oluşuyor. Karışım oranı 1:8 yani; her sekiz birim boya için 1 birim sertleştirici. Ne kadar boya gideceğini tam olarak kestiremediğim için önce 1kg lik kutudan (1kg iki bileşenin toplam ağırlığı yani 9 birim), daha sonra yetmeyince 3kg lik ambalajdan aldım (teknenin iç kısmını da boyayacağımı hesaba katarak). Boya kısmı gri renkli sertleştirici ise reçine renginde. Boya kısmına sertleştiriciyi katmadan önce iyice karıştırmakta fayda va çünkü biraz çökme yapıyor.

Birinci kat boyadan sonra.
İki bileşeni kutunun üzerinde yazan şekilde birbirine karıştırdıktan sonra birinci katı atarken biraz (10% kadar) epoksi tiner ilave edip incelttim. Her ne kadar akşam üzeri boyaya başlasam da, sıcaklar yüzünden hafif inceltilmiş boyayla çalışmak daha kolay oldu. Boyamayı nalburlarda satılan standart kalitede küçük ruloyla yaptım. Daha sonra bunu yaptığıma biraz pişman oldum; çünkü rulo epoksi sertleştikçe hav bırakmaya başladı .Bir kilo boya teknenin tamamını boyamama yetti. Beklediğimden çok daha iyi bir şekilde; yüzeyde küçük de olsa balmış olan, girinti çıkıntılar kapandı.

24 saat kadar kurumasını bekledikten sonra yoklama macunuyla ufak düzeltmeler yapıp kurumaya bıraktım. 80 grid zımparayla bir kat zımparalayıp, eşimle beraber ikinci kat astarı atmaya başladık. Fakat ikinci katı atarken tiner eklemedim (kendimce daha yoğun olursa yüzeydeki ufak arızalar kapatır diye düşündüm ama tam tersi oldu). Boya fazlasıyla yoğun olduğu için rulaoyla büreinden bir kaç defa geçmeme rağmen tam olarak ince bir katman oluşturamadım. Allahtan bir önceki zemin düzgün olduğu için fazla göze batmıyor ama bir dahaki sefer için önemli bir deneyim oldu. Siz siz olun hava sıcaksa boyayı kutunun üzerinde yazan miktarda inceltmekten kaçınmayın. (daha güzel yayılıyor).

Ertesi gün sabahtan maskeleme bantlarını çıkartıp fotoğraflarını çektim. Açıkçası yüzey bundan birkaç ay öncesinde beklediğimden çok daha pürüzsüz olduğu için oldukça mutluyum yine de bir dahaki sefer en baştan çok temiz çalışmayı kendime not ediyorum. O şekilde herşey çok daha kolay oluyor. Bundan sonra boyaya devam etmeyip, teknenin içini çevireceğim. Son kat boyayı, iç taraftaki detayları bitirdikten sonra, suya indirmeye hazır halde gelince atacağım. 

İkinci kat macundan sonra

Maskeleme bantlarını çıkartınca ahşap çok güzel görünmeye başladı.

İkinci kat astar boyadan sonra kıç taraftan görünüş

Öksüz omurga

Küpeşte yumruları detayı


Corsair 13 Macunlama 3

Daha önceki yazımda teknenin dış yüzeyinin tesfiye işlemleri bittikten sonra epoksi ve mikrogranül karışamından hazırladığım macunla tekneye iki kat film çektiğimden bahsetmiştim. Bu iki katın sonucunda istediğim düzgünlükte yüzeye ulaşamayınca başka bir yol araştırmaya başladım ve epoksi dolgu macunuyla tanıştım. Ürünü saçme aşamasında yaşadıklarımı bu yazıda okuyabilirsiniz.

Neyse, macun elime ulaştıktan sonra daha önce böyle bir ürünle çalışmadığım için internet üzerinden biraz araştırma yaptım. Açıkçası fazla sonuca ulaşamadım. Ben de -her zamanki gibi, kendim deneyerek öğrenmeye karar verdim.

İki bileşenden oluşan macunun karışım oranı 1:1, bu yüzden çalışmak oldukça kolay oluyor. Ben karışımları tartmak için dijital bir mutfak terazisi kullandım.  Karışımları da ambalajcıdan aldığım çukur kağıt tabaklarda yaptım. Böylelikle sürekli taze karışım hazırlama şansım oldu.

En başta teknenin tüm dış yüzeyini kaplamaya karar vermiştim fakat ufak bir bölgeye yaparken bile uyguladığım macunun kalınlığını ayarlamakta zorlandığımı fark edince sadece dolgu ve yoklama yapmaya karar verdim. Derin çukurlarda tek sefer yerine iki ince kat uyguladım. Kat aralarında 80grid zımpara yaptım. Geçen aylarda aldığım eksantrik zımparanın büyük faydasını gördüm.

Kat aralarında 80grid zımpara yaptım. 

Kıç aynada belirgin bir değişiklik oldu. 

İkinci kat macun ve zımparadan sonra pürüzsüz bir yüzey elde ettim.

14 Haziran 2013 Cuma

Polisan Epoxy Light Macun

Teknenin dışını epoksi ve mikrogranül karışımıyla tamamen izole ettikten sonra yüzeyde evvelden kalan bozuklukları gidermek için bir dolgu macunu aramaya başladım. Piyasada "marine" ürün olarak satılan türlü çeşit macun var. Ben Antalya Bauhaus mağazası'nın tekne bölümünde satılan Polisan Epoxy Light Macun ürününü satın aldım. Daha önce kullanmadığım bir malzeme olduğu için eve gelene kadar ürünün kutunun içinde kuruyup sertleşmiş olduğunu fark edemedim. Yine de bir miktar göz kararı karıştırıp deneme amaçlı bir kontraplak parçasının üzerine uyguladım. Sonuç felaketti. Macunun kuruması birkaç günden fazla sürdü ve sonuçta tamamen sertleşmemiş bozuk bir yüzey elde ettim.

Raf ömrünü tamamlamış epoksi macundan elde ettiğim sonuç

İlk iş Polisan çağrı merkezini aradım ve ürünle ilgili şikayette bulundum. Operatör şikayetimi dinledi ve iletişim bilgilerimi aldı. İtiraf ediyorum geriye döneceklerini hiç tahmin etmiyordum. Birkaç gün sonra firmadan Numan Bey beni aradı ve derdimi dinledi. Önce epoksi sistemler hakkında detaylı bilgi verdi, daha sonra şikayetimin sebebinin; ürünün raf ömrünü doldurmuş olması olduğunu izah edip, ürünü aldığım yere iade etmemi rica etti. Bense kutuları açıp içindeki ürünlerden bir miktar karıştırdığım için satın aldığım yere iade edemeyeceğimi düşünüyordum. Bu konuda da yardımcı oldular ve Bauhaus'la görüşüp ürünü bu şekilde kabul edeceklerini bildirdiler.

Asıl ilginç olaylar bundan sonra başladı. Bu konuşmadan birkaç saat sonra Polisan Antalya distribütörü Metar firmasından Serdar Öztürk bey telefon açtı. Şikayetimi öğrendiğini ve firma olarak maduriyetimi gidermek istediklerini ve izin verirsem bana bu ürünü bedelsiz olarak vermek istediklerini; çünkü kendileri için en önemli olan şeyin müşteri memnuniyeti olduğunu anlattı. Benim satın aldığım ürün 1kg'lık ambalaj olmasına rağmen bana 3kg'lık ürünü bir hafta içinde gönderdiler. Serdar bey ise ürün gelene kadar birkaç defa daha arayıp, durum konusunda bilgi aldı.
Yabancı menşeli firmaların müşteri memnuniyeti konusundaki hassasiyetlerine zaman zaman şahit oluyoruz. Fakat yerli bir firmanın müşteri  memnuniyetine  bu kadar duyarlı ve hassas olması ben de büyük bir güven duygusu uyandırdı. Biliyorum yaptığım büyük bir proje değil ama bu saatten sonra projenin ilerleyen kısımlarında sadece polisan ürünleri kullanmaya kadar verdim. Çünkü sonuç ne olursa olsun Polisan'ın beni yarı yolda bırakmayıp, bir çözüm bulacağına inanıyorum.

Polisan'in bedelsiz olarak gönderdiği 2 karışımlı epoksi  macun

22 Mart 2013 Cuma

Lale Çılgınlığı - Opera

Geçen hafta içinde, bu sene dünya prömiyeri Antaya'da yapılan Lale Çılgınlığı operasının son temsilinin yapılacağını öğrenince gitmeye karar verdik. Haşim İşcan Kültür Merkezindeki temsile katılımın fazla olmayacağını düşünerek önceden bilet almadık(haklı da çıktık). Giriş yetişkinler için 15, öğrenciler için 7,5TL'ydi. Salonun ön taraflarında yaklaşık 1/5 i doluydu. En ön sırada CHP eski genel başkanı Deniz Baykal ve Antalya milletvekili Yıldıray Sapan'ın olmasına ise şaşırdım doğrusu.

Sn.Deniz Baykal'ın solda kafası görünüyor.

Kendimde operalar hakkında yorum yapabilecek cesareti görmesem de, temsil sırasında hissettiklerim ve gözlemlerimi paylaşabileceğimi sanıyorum. 

İki perdelik operanın birinci perdesi Hollanda'da ikinci perdesi İstanbul'da geçiyor. Çok değerli bir lale soğanını sahibinden çalıp İstanbul'a getiren bir lale tüccarının yakalanışı ve ve osmanlı sadrazamının karşısına getirilişiyle hayatı değişiyor. Sadrazamın kendisi de lalelere meraklı olduğu için tüccarı himayesine alıp, o çok ünlü soğanı dikip yetiştirmesini istiyor. Böylelikle hem hayatını bağaşlıyor, hem de yeni bir hayata başlamasına vesile oluyor.

Kanımca sahne tasarımı ve kostümler oldukça etkileyiciydi. Daha önceki temsillerde de dikkatimi çeken döner sahne HİKM'ne modern bir sahne havası veriyor. Hayatımda ilk defa Türkçe bir opera izlediğim için başlangıçta biraz yadırgasam da sonradan alıştım (bazen de alt yazıları takip etmem gerekti). Eser boyunca sahnenin iki tarafındaki ekranlardan alt yazı gösterimi oldu. İngilizce ve türkçe metinler birbirini pek tutmasa da bence yeterliydi. Tabi ki seyirci yeterli olmayınca oyunun sonundaki alkış faslı oldukça sönük geçti. Dikkatimi çeken bir başka unsur eseri izlemeye gelen bir grup engelli (tekerlekli sandalyeli) arkadaşım salonun en üstünde izlemeleri oldu. Gördüğüm kadarıyla aşağıya ulaşabilecekleri bir rampa yoktu. Eğer gerçekten engellilerin sahneyi daha yakından görebilecekleri bir yere inmeleri mümkün değilse, bunun bir an önce düzeltilmesi gereken bir hata olduğunu düşünüyorum. 

Sonuç olarak; her ne kadar dünya prömiyerini kaçırsak da, ilk defa türkçe bir opera izledik ve başımız göğe erdi :)




6 Mart 2013 Çarşamba

8.Uluslararası Öger Runtalya Maratonu 2013

Bu yıl ikinci defa katıldığım Runtalya organizasyonunda ilk defa maraton kategorisinde, 4 saat 2 dakika 20 saniyede koştum. Geçen sene yarı maraton koştuğum için parkurun tamamını görmemişti. Daha önce herhangi bir yarışa katılmadığım için de organizasyon hakkında yorum yapamamıştım. Geçen seneki yarı maratonla ilgili yazımı buradan okuyabilirsiniz. 

Maraton Kayıt ve Makarna partisi


Maratona kaydımı aylar önce internet üzerinden yaptım, yarıştan bir hafta öncesine kadar da kontrol etmek aklıma bile gelmedi. Evraklarımı almak için Cumartesi günü Terracity'e gittiğimde 10k ve yarımaraton masalarının önünde ciddi bir yoğunluk vardı fakat maratona katılım az olduğu için yaklaşık 10 dk içinde tüm işlemleri hallettim. Bu sene verilen çanta ve t-shirtü beğendiğimi söyleyebilirim, özellikle "v" yaka olması çok daha iyi bir fikir olmuş. Çantanın ise omuz askılı olması oldukça kullanışlı.

Bir ara DM'den arkadaşım olan Fatih'le-bir ay kadar önce beraber koşmuştuk, karşılaştık ayaküstü biraz sohbet ettikten sonra önce falezlerde son bir koşu yaptım, daha sonra da makarna partisini ziyaret ettim. 

Makarna partisinden sonra ivedi olarak Rixos otele geçip burada yapılacak olan AKUT sunumuna katıldım. Akut tarafından verilen atlet ve bandanayı aldıktan sonra dinlenmek için eve geldim.

Finiş Anı
Finiş
Yarış

Arabaya park yeri bulmakta sorun yaşayınca yarışa 10dk kala ancak start noktasına ulaşabildim. Son bi fotoğraf çekip, muzumu yiyene kadar start verildi. Kalabalıkla birlikte yavaş yavaş start noktasını geçtikten ancak bir süre sonra saati başlatmak aklım geldi (yaklaşık 200m lik bir fark oldu). Yarışın ilk bölümüde Giresun'dan gelen kuzenim Engin Abi ve maraton klübünün diğer üyeleriyle beraber koştuk. Yaklaşık 5k kadar beraber gittik. Aslında stratejimi ilk 2k hafif bir tempoyla koş, daha sonra 5:40/k tempoyu yarışın sonuna kadar koru şeklinde planlamıştım fakat hem yoğun kalabalık hem de sohbet buna engel oldu. Daha sonra onlardan ayrılıp hızımı arttırmaya başladım. Yaklaşık 1k sonra DM'den Kerem Sadi'yi tanıdım. Antremanlarını takip ettiğim için yaklaşık olarak benimle aynı sürede koşmayı planladığını biliyordum (Nitekim 40.km kadar beraber koştuk.) Selam verdim ve beraber koşmaya başladık. Kısa bir süre sonra Dedeman otel virajında eşimi ve arkadaşım Ersin'i  görünce oldukça şaşırdım, yarış süresince çeşitli noktalarda karşımıza çıkıp fotoğraflarımızı çektiler.(ilk defa bir yarışta bu kadar çok fotoğrafım oldu.) 17k tabelasını gördüğümüzde saatimle arada 1k lık fark görünüyordu koşan başka arkadaşlarla da durumu teyit edip, maraton dönüş noktasındaki hakemlere bildirdik fakat dönüşte maalesef düzeltilmediğini gördüm. Yarı maraton noktasını 2:02:05 gibi bir sürede döndük bu bölümde hava açmaya başladı. Planım, hızımı Güzeloba yokuşuna kadar sabit tutmak, yokuşta da mümkün olduğunca adım sayımı ve ritmimi bozmadan sadece adım uzuluğumu azaltarak tırmanmaktı.(Bu konuya daha sonra değineceğim) Yokuşun sonuna geldiğimizde genel bir sistem kontrolu yapıp planın işe yaradığını sevinerek fark ettim. Rahat bir tempoyla Düden köprüsünü de geçince bir ara 4 saatin altına bile ineceğime inanır gibi oldum. Ama bir taraftan da meşhur duvara çarpma korkusu aklımı kurcalıyordu. 30k dan sonra sohbet yavaş yavaş azaldı ve kendi içimize dönmeye başladık. Yol boyunca son 5-6k de tempoyu arttırırız gibi konuşmuştuk, fakat sadece korumaya karar verdim. Kerem'den de teklif gelmeyince onun da aynı görüşte olduğunu anladım. 40k civarında hızımı biraz arttırdım ve dalağımda bir ağrı başladı, bir karar vermem gerekiyordu ya yavaşlayıp geçmesini bekleyecektim ya da ağrıya yaklaşık 10dk katlanıp yarışı bitirecektim. Ben ikincisini seçtim ve hızımı arttırdım bir süre sonra ağru yok oldu. Bu bölümde artık tek düşündüğüm finiş noktasıydı. Yokuştan aşağıya doğru koşarken temiz ve fotojenik bir finiş olması için elimden geleni yaptım :) Sonuçta en iyi maraton derecemi yapmış, bir önceki derecemi 24dk geliştirmiş oldum. Havanın çok iyi olmasının ve parkurun İstanbul'a göre nispeten düz olmasının da tabi büyük etkisi var, yine de insanın hazırlıklarının meyvesini toplaması çok güzel bir duygu.

Runtalya 2013 koşu tempom
Finiş çizgisini geçer geçmez madalya takılması, suların da oldukça yakın bir yerde olması çok iyi oldu fakat erzak torbası olduğunu koşu gazetesindeki şu yazıdan öğrendim. Bu konuda bir uyarı vb birşey olsa iyi olurdu. Geçen yarışlarda hep içinde kalan masaj yaptırma isteğini tatmin edebilmek için kaskatı bacaklarla cam piramite yürümek biraz zahmetli olsa da, bu zahmete değdiğini açık yüreklilikle söylemeliyim. 

Kısaca; Runtalya maratonu benim için oldukça tatmin edici ve keyifli geçti. Hem en iyi maraton derecemi koştum,hem yarışın ikinci bölümünde geçen seneki yarı maraton derecemi yakaladım, hem de masaj yaptırdım ve önümüzdeki yaz boyunca yapacağım antremanlarda bana eşlik edecek kadar pozitif enerji topladım. 

AKUT yararına yaptığım ilk koşu olduğu için benin için anlamı ayrıca büyük oldu. Yarışa sadece birkaç gün kala tanıtıma başlayabildiğim için pek bir kaynak yaratamasam da, çevremdeki insanlara AKUT'un varlığını bir kez daha hatırlatmış oldum. Daha sonraki kampanyalar için de deneyim kazandım.

Hoşuma gitti
Su istasyonları yeterliydi
Adım Adım ve diğer Akut koşucularıyla selamlaşmak güzeldi
Çanta ve tshirtü kullanmaya başladım

Daha iyi olabilirdi
Son haftaya kadar şehirde hiç tanıtım yapılmadı
Halk desteği her zamanki gibiydi
Erzak çantası varmış...
Alıveriş merkezinin yanında caddeye bakarak makarna yemeyi garip buluyorum.

1 Mart 2013 Cuma

Runtalya 2013 öncesinde

Geçmişte koştuğum yarışlar öncesinde okuduğum yazılar ve daha önce koşan arkadaşlarımın paylaştıkları deneyimleri bana oldukça faydalı oldu. Antalya'da yaşadığım için; Runtalya 2013 yarışına şehir dışından katılacaklara faydalı olacağını düşündüğüm bazı bilgileri, burada, paylaşmaya bu sebepten karar verdim.

Ulaşım: Start Cam piramitin hemen karşısındaki üst geçit çevresine kuruluyor (36°53'9.85"N -  30°40'3.85"E) Şehir merkezinden geçen otobüsler bu noktaya kadar ulaşıyor. KL08 numaralı otobüs buraya ulaşmak için en uygun olanı. Aşağıdaki fotoğrafta neye benzediklerini görebilirsiniz. Otobüslerin güzergahını ve kaldığınız yerden geçip geçmediğini de buradan kontrol edebilirsiniz.




Konaklama: Start - Finish noktasının bulunduğu nokta Antalya'nın Konyaaltı ilçesine çok yakın. Bu bölgede irili ufaklı birçok otel mevcut. Seçeceğiniz otelin bu çevrede olması zamandan tasarruf etmenizi sağlayacaktır.

Parkur: Runtalya parkuru start noktasından şehir merkezi yönünde yokuş yukarı başlıyor. Yokuşun sonundan Özkaymak Falez oteli geçtikten sonra sağa kıvrılıp konyaltı caddesi yönünde devam ediyoruz. Yaklaşık 2.5k boyunca dümdüz koşmaya devam ediyoruz. Bu bölüm hafif aşağıya doğru eğimli olduğundan yarış temposunu ayarlamak için çok ideal. Caddenin sonunda kapalı otoparktan sola kısa ve az eğimli bir yokuş bizi bekliyor. Tramvay yoluna yaklaşırken karşı yönden 10k koşanların gelmeye başlaması ilk anda şaşırtıcı olsa da; bu hızlı ve nefes nefese koşan arkadaşları izlerken palmiyeli caddenin sonuna varıyoruz. Burası aynı zamanda kale surlarının da sonu oluyor. 10k dönüş noktasını geçtikten yaklaşık 1k sonra Işıklar caddesinin sonunyla birlikte denizi de görmeye başlıyoruz. Bu noktada Antalya körfezinin harika bir görüntüsü oluyor. Eski değirmen kalıntılarını geçer geçmez tatlı bir eğimle tırmanmaya başlıyoruz.  Dedeman oteli geçene kadar deniz bir görünüyor bir kayboluyor. buralarda esnaf ve çevre oteller genellikle koşuculara çeşitli ikramlarda bulunuyorlar. Yer yer halk desteği bile oluyor. Artık falezlerin üzerinde olduğumuz için yolun eğiminde çok olmamakla beraber sürekli bir değişim oluyor. Sağ tarafta binaların bitip de parkları görmeye başladığımız nokta yarı maratoncuların dönüş noktasının hemen gerisi oluyor. Dönüş noktasından sonra artık muhteşem bir manzara eşliğinde; bence yarışın en keyifli bölümü başlıyor. 4k kadar koştuktan sonra önce deniz görüşümüzden çıkıyor 1k sonra da  2k sürecek bir inişe başlıyoruz. Bu iniş deniz seviyesine kadar sürüyor. Bu bölüm yarışın en tenha bölümü gidiş dönüş 10k sürüyor diğer koşuculardan ve dönüş noktasındaki görevlilerden başka çevrede kimse yok. Kafa dinlemek ve dönüş yoluna mental olarak hazırlanmak için bence çok ideal. 26k da yokuş tırmanmaya başlıyoruz, artık yorgunluğu hisseden bacaklar için yaklaşık 2k süren bu çıkış sanırım bir çok koşucunun iradesini test ettiği bölüm olacaktır. Zira yaklaşan 32k mental bariyeri ve yokuşun ilk andaki görüntüsü biraz hayal kırıklığı yaratabilir. 28. kilometreden sonra denize ve falezlerin muhteşem manzarasına tekrar kavuşuyoruz ve işte bu noktadan sonra da artık maraton başlıyor...